• Turkish
  • English

 

Sosyoloji Bölümü hocamız Dr. Oğuz Öztosun, üniversite hareketlilik programı kapsamında 30 Ekim-1 Kasım 2024 tarihlerinde bölümüzde ders veren Freiburg Üniversitesi'nden (Catholic University of Applied Sciences) Prof. Dr. Florian Kuippis ile uzmanlık alanı olan "kapsayıcı eğitim" üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi. Söyleşi metnine aşığıda bulabilirsiniz:

Küreselleşme ve hızlı toplumsal değişimle şekillenen bir çağda, eşitlik ve aidiyet ilkeleri, adil ve birbirine bağlı bir dünyanın temel taşları olarak öne çıkmaktadır. Bu ilkelerden beslenen kapsayıcı eğitim, bizleri geleneksel pedagojik yaklaşımların ötesine geçmeye ve çeşitliliği onurlandıran, erişilebilirliği artıran ve karşılıklı anlayışı teşvik eden uygulamaları benimsemeye davet etmektedir. Kapsayıcı eğitim yalnızca bir yöntem değil; her bireyin öz değerine sarsılmaz bir bağlılık gerektiren bir felsefedir.

Aşağıdaki söyleşi, kapsayıcı eğitimin özüne inerek, Almanya’daki Freiburg Katolik Uygulamalı Bilimler Üniversitesi’nden tanınmış bir akademisyen olan Dr. Florian Kiuppis’in derinlemesine görüşlerini sunmaktadır. Erasmus+ Öğretim Hareketliliği Anlaşması kapsamında Yeditepe Üniversitesi’ni ziyaret eden Dr. Kiuppis, uluslararası ve karşılaştırmalı kapsayıcı eğitim alanındaki geniş uzmanlığını bu diyaloga taşımaktadır. Eğitim, kültür ve toplumsal adaletin kesişim noktalarını araştırmaya adanmış akademik yolculuğu, kapsayıcılığın gelişen çehresini anlamak için çarpıcı bir perspektif sunmaktadır.

Dr. Kiuppis, Yeditepe Üniversitesi’ndeki ziyareti sırasında, engellilik sınıflandırmalarının tarihsel gelişimi, kapsayıcı eğitim üzerine kuramsal yaklaşımlar ve Baskin Kapsayıcı Basketbol’un dönüştürücü potansiyeli gibi konuları ele alan bir dizi ufuk açıcı ders verdi. Bu oturumlar, kritik temaları aydınlatmakla kalmayıp, öğrenciler ve akademisyenler arasında anlamlı tartışmalara da zemin hazırlayarak disiplinler arası ve kültürler arası akademik değişimin değerini bir kez daha vurguladı.

Bu söyleşinin merkezinde, kapsayıcılığı geleneksel sınırlarının ötesinde yeniden tasavvur etme çağrısı yer almaktadır. Dr. Kiuppis, sınırlamalar ve eksikliklere odaklanan geleneksel modeller yerine, güçlü yanları, yetenekleri ve fırsatları ön plana çıkaran kaynak odaklı yaklaşımlara geçiş yapılmasını savunmaktadır. Onun değerlendirmeleri, eğitimcileri ve politika yapıcıları, uygulamalarının daha geniş etkilerini göz önünde bulundurmaya teşvik ederken, kapsayıcılığın yalnızca bireyleri mevcut sistemlere entegre etmekten ibaret olmadığını, aynı zamanda bu sistemleri insan deneyiminin çeşitliliğini yansıtacak şekilde yeniden şekillendirmek anlamına geldiğini göstermektedir.

Dr. Kiuppis’in çalışmalarının en ilham verici yönlerinden biri, spor ve eğitimi birleştiren yenilikçi bir girişim olan Baskin Kapsayıcı Basketbol’u incelemesidir. Bu özgün yaklaşım, geleneksel sınırları aşarak, her bireyin katılabileceği, iş birliği yapabileceği ve gelişebileceği alanlar yaratmaktadır. Bu çabanın hikayelerini ve derslerini paylaşırken, okuyucular kendi eğitim ve toplumsal bağlamlarına nasıl benzer stratejiler uyarlayabileceklerini düşünmeye davet edilmektedir.

Söyleşi aynı zamanda, engellilik sınıflandırmalarının tarihsel gelişimine odaklanarak, bu sınıflandırmaların zamanla şekillenmesinde kültürel, politik ve toplumsal etkilerin derin izlerini ortaya koymaktadır. Dr. Kiuppis, bu sınıflandırmaları eleştirel bir bakış açısıyla inceleyerek, onların hem kapsayıcılık yolunda ilerlemeyi sınırlayan hem de mümkün kılan yönlerini aydınlatmaktadır. Onun içgörüleri, tarihin yalnızca geçmişin bir kaydı olmadığını, daha adil bir gelecek inşa etmek için bir rehber olduğunu hatırlatmaktadır.

Dr. Kiuppis, düşünceli ve derinlikli yanıtlarıyla bizleri yerleşik bakış açılarını yeniden düşünmeye ve eğitimin bir engel değil, bir köprü olduğu bir dünya hayal etmeye davet etmektedir. Onun sözleri hem bir eylem çağrısı hem de bir ilham kaynağı olarak yankılanmakta; eğitimcileri, araştırmacıları ve uygulayıcıları kapsayıcılığı ortak bir sorumluluk olarak benimsemeye teşvik etmektedir.

Bu söyleşi, yalnızca bir akademik alıştırma değil; aynı zamanda diyalog, iş birliği ve insan bağlantısının gücüne bir kanıttır. Farklı seslerin bir araya gelerek küresel çapta önemli sorunları ele aldığı alanlar yaratmanın önemini vurgulamaktadır. Bu sayfalarda sunulan içgörülerle etkileşim kurarken, yalnızca teorik bilgi değil, aynı zamanda kendi etkiler alanınızda kapsayıcılığı ilerletmek için pratik stratejiler bulacağınızı umuyorum.

Dr. Kiuppis’in çalışmaları, kapsayıcı eğitim yolculuğunun ne doğrusal ne de kolay olduğunu, ancak son derece değerli olduğunu hatırlatmaktadır. Adalet, uyarlanabilirlik ve iş birliğini teşvik ederek, yalnızca eğiten değil, aynı zamanda güçlendiren öğrenme ortamları yaratabiliriz.

Bu diyaloğu, akademik değişimin ruhunu ve daha kapsayıcı bir dünyaya yönelik ortak bağlılığı yansıtan bir metin olarak sunmaktan onur duyuyorum.

Dr. Oğuz Öztosun
Sosyoloji Bölümü Öğretim Görevlisi
Yeditepe Üniversitesi

Dr. Oğuz Öztosun: Dr. Florian Kiuppis, öncelikle Yeditepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’ne hoş geldiniz. Erasmus+ Öğretim Hareketliliği Anlaşması ile ilgili deneyimlerinizi bizimle paylaşabilir misiniz? Bu programa katılmaya sizi motive eden nedir?

Dr. Florian Kiuppis: Beni İstanbul’da ağırladığınız için teşekkür ederim. Şimdiye kadar Fransa, Hollanda ve İspanya/Katalonya gibi ülkelerde Erasmus+ öğretim görevleri kapsamında çeşitli deneyimlerim oldu, ancak daha önce Türkiye’de bu tür bir deneyim yaşamadım. Bu muhteşem şehirde ilk kez 2010 yılında, Karşılaştırmalı Eğitim Dünya Kongresi için bulunmuştum. Bu defa programa katılmamı sağlayan en önemli etken, Almanya’da çalıştığım Katholische Hochschule Freiburg (Freiburg Katolik Uygulamalı Bilimler Üniversitesi) ile Yeditepe Üniversitesi arasındaki ortaklık oldu.

Dr. Oğuz Öztosun: Yeditepe Üniversitesi’ndeki deneyiminiz kapsayıcı eğitim üzerine yaptığınız araştırma ve öğretime nasıl bir katkı sağladı?

Dr. Florian Kiuppis: Buradaki deneyimim, özellikle üç gün boyunca gerçekleştirdiğimiz disiplinlerarası etkileşim açısından oldukça verimli geçti. Eğitim alanındaki geçmişim, Humboldt-Universität zu Berlin (Berlin Humboldt Üniversitesi)’den aldığım doktora dereceme ve Amerika Birleşik Devletleri’nin Atlanta kentindeki Emory University (Emory Üniversitesi) Sosyoloji Bölümü’nde yaptığım doktora sonrası çalışmalara dayanıyor. Bunun yanı sıra, üniversitemin bir diğer partneri olan Universitat Autònoma de Barcelona (Barselona Özerk Üniversitesi) Sosyoloji Bölümü’nde de uzun yıllar ders verdim. Bu nedenle, akademik çalışmalarımın zaten büyük ölçüde disiplinlerarası bir yaklaşıma sahip olduğunu söyleyebilirim. Son yıllarda Spor Bilimleri alanında da önemli yayınlar yaparak çalışmalarımı daha da çeşitlendirdim. Yeditepe Üniversitesi’ndeki deneyimim ise disiplinlerarası çalışmanın ötesine geçerek, öğretim ve araştırmanın uluslararası, karşılaştırmalı ve kültürlerarası boyutlarında meslektaşlarımla fikir alışverişi yapmak açısından son derece ilham verici oldu.

Dr. Oğuz Öztosun: Engellilik sınıflandırmalarının tarihsel gelişimi üzerine verdiğiniz derste anlattığınız mevcut sınıflandırma sistemlerini önemli ölçüde etkileyen başlıca dönüm noktaları nelerdir?

Dr. Florian Kiuppis: İlk dersimde, Dünya Sağlık Örgütü bağlamında gerçekleştirdiğim ampirik araştırmalara değindim. Anahtar dönüm noktalarını soruyorsunuz… 1970’lerde, Dünya Sağlık Örgütü, sınıflandırma çalışmalarına yönelik artan eleştirilerle karşı karşıya kaldı. O dönemde, “Uluslararası Hastalık Sınıflandırması” Dünya Sağlık Örgütü’nün tek sınıflandırma sistemiydi ve üye devletler, hastalıkların sonuçlarını da kapsayan bir sınıflandırma sistemine duydukları ihtiyacı giderek daha fazla dile getiriyorlardı. Bu tartışmalar sonucunda, 1980 yılında “İşlevsellik, Yetiyitimi ve Sağlığın Uluslararası Sınıflandırması” geliştirildi ve yayımlandı. Engelliliğin ilk kez sistematik olarak sınıflandırılması bu dönemde gerçekleşti ve kesinlikle bir dönüm noktasıydı. Birleşmiş Milletler Engelliler On Yılı (1983-1992) sırasında ise başka bir önemli dönüm noktası yaşandı. 1980’deki sınıflandırma, yalnızca tıbbi model düşüncesine dayandığı için şiddetle eleştirildi; çünkü bu modelde engellilik ve yetiyitimi yalnızca eksiklik odaklı bir şekilde, kişilere atfedilen problemler olarak görülüyordu. Bu tartışmalar, ilk engellilik sınıflandırmasının revize edilmesine ve 2001 yılında yayımlanan “İşlevsellik, Yetiyitimi ve Sağlığın Uluslararası Sınıflandırması”nın geliştirilmesine yol açtı. Bu da bir başka önemli dönüm noktasıydı.

Dr. Oğuz Öztosun: Engellilik sınıflandırmalarına dair tarihsel perspektifler, günümüzde eğitimde kapsayıcılığı anlamamızı nasıl etkiliyor?

Dr. Florian Kiuppis: 2001 yılında yayımlanan “İşlevsellik, Yetiyitimi ve Sağlığın Uluslararası Sınıflandırması”, 1980 yılındaki sınıflandırmanın arkasındaki düşüncelerden farklı olarak hem eksiklik odaklı hem de kaynak odaklı bir kavramsal çerçeve sunmaktadır. Birleşmiş Milletler Engelliler On Yılı’ndan önce, engellilik yalnızca tıbbi bir kavram olarak anlaşılmaktaydı. Bu anlayışa dayalı eğitim çabaları da ayrıştırılmış okullarda yapılan Özel Eğitimle sınırlı kalıyordu. Ancak “İşlevsellik, Yetiyitimi ve Sağlığın Uluslararası Sınıflandırması”, pedagojik düşüncede kapsayıcı eğitim olarak bilinen yeni bir yaklaşım önerdi. Bu pedagojiye dayanan Biyopsiko-sosyal model, ilişkisellik anlayışını benimsemektedir. Bir diğer ifadeyle, bir kişinin engelli olup olmadığının ve engelli olma nedeninin, o kişinin içinde bulunduğu duruma bağlı olduğunu savunur.

Engellilik sınıflandırmalarının, günümüzde eğitimde kapsayıcılığı nasıl anlamamızı etkilediğine gelirsek, önemli bir noktaya değinmek gerekir. İşlevsellik, “Yetiyitimi ve Sağlığın Uluslararası Sınıflandırması”, kişilerin kendi bağlamında yapılan yardımcı yapılar ya da prosedürler gibi olumlu değişikliklerin, onların “fonksiyonelliklerini” iyileştirebileceğini öne sürerken, kapsayıcı eğitim de benzer bir anlayışı benimsemektedir. Bu anlayışa göre, engellerin kaldırılması ve kaynakların sağlanması, katılımı artırabilir ve etkinliği geliştirebilir. Başka bir deyişle, 1980 yılındaki hastalık sınıflandırması ve onun ilk sonuçları, klasik özel eğitim anlayışıyla bağlantılı olarak görülebilirken, 2001 yılında yayımlanan “İşlevsellik, Yetiyitimi ve Sağlığın Uluslararası Sınıflandırması”, eğitimde kapsayıcılığı anlamamız açısından kapsayıcı bir eğitim anlayışını destekleyen önemli bir düşünce modelidir.

Dr. Oğuz Öztosun: Geçmişteki sınıflandırma yaklaşımlarının, modern eğitim bağlamlarında yeniden değerlendirilmesi veya revize edilmesi gerektiğini düşündüğünüz belirli yönler var mı?  

Dr. Florian Kiuppis: Bu ilginç bir soru. “İşlevsellik, Yetiyitimi ve Sağlığın Uluslararası Sınıflandırması”nda özürlülük ile engellilik arasındaki ayrımın, 1980 ve 2001 yıllarındaki Dünya Sağlık Örgütü sınıflandırmalarındaki engelliliğin değişen anlamı göz önünde bulundurularak yeniden gözden geçirilmesinin faydalı olduğunu düşünüyorum. Almanya’da, son zamanlarda “engellilik” teriminin, düşüncesizce “özürlülük” ile değiştirildiğini gözlemledim. Ne yazık ki, “İşlevsellik, Yetiyitimi ve Sağlığın Uluslararası Sınıflandırması” bu ikili ayrımı yeterince net bir şekilde açıklamıyor. Ancak, benim görüşüme göre, bu ayrım bir şekilde yeniden değerlendirilmelidir, çünkü engellilik çalışmaları, esas olarak özürlülük ile engellilik arasındaki farklara dayanır.

Son zamanlarda, “engellilik” demek isteyen bazı kişilerin bu kelimeden kaçınıp yerine “özürlülük” kelimesini kullandıklarını sıkça gözlemledim. Bu durum, geçmişteki sınıflandırma yaklaşımlarına dair analitik bir inceleme yapmayı gerektiren özel bir husustur. Özellikle uluslararası ve karşılaştırmalı özel eğitim ile kapsayıcı eğitim bağlamında, bu inceleme son derece önemlidir. Ayrıca, farklı dillerdeki eşdeğer kelimelerin nasıl çeşitlendiğine dikkatlice bakmak gereklidir. Örneğin, Anglo-Amerikan bağlamında “handikap” terimi artık kullanılmamasına karşın Fransızcada hala yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu durum dil ve kültürlerarası farkların eğitimdeki etkilerini anlamamız açısından ilginç bir örnektir.

Dr. Oğuz Öztosun: Farklı ülkeler kapsayıcı eğitimi nasıl ele alıyor ve birbirlerinin modellerinden ne öğrenebilirler?

Dr. Florian Kiuppis: Uluslararası ve karşılaştırmalı bir perspektiften bakıldığında, kapsayıcı eğitimin birçok farklı anlamı vardır ve buna bağlı olarak yaklaşımlar da büyük ölçüde farklılık göstermektedir. Bir ülkede kapsayıcı eğitim, eğitim erişimine odaklanabilir. Örneğin, belirli bir yaş grubundaki tüm çocuklar ve gençler için eğitim fırsatlarının sunulması ve hiçbir bireyin dışlanmaması gerektiği savunulabilir. Diğer bir ulusal bağlamda ise, eğitim ancak tüm özel okullar kapatılıp, bir mahalledeki tüm öğrenciler aynı okula gitmeye başladığında kapsayıcı olarak kabul edilebilir. Kapsayıcı eğitime dair bir başka yaklaşım ise, “herkes için okul” modelinin içeriğiyle ilgilidir. Bu yaklaşım, kimlerin nerede birlikte eğitim aldığı yerine, eğitim sürecinin kalitesine odaklanır ve kapsayıcı öğrenme ortamları oluşturmaya vurgu yapar.

Ancak, dünya çapında kapsayıcılık tartışmalarını karmaşık hale getiren bir başka unsur da kapsayıcı eğitimin hedef grubunun nasıl tanımlandığına dair farklı görüşlerin olmasıdır. Örneğin, dünya çapında düzenlenen konferanslarda sunulan ülke raporlarına bakıldığında, örneğin 2008 yılında International Bureau of  Education (Uluslararası Eğitim Bürosu) tarafından düzenlenen ve United Nations Educational, Cultural and Scientific Organization (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü ) UNESCO ile bağlantılı olan Uluslararası Kapsayıcı Eğitim Konferansı’nda, yapılan karşılaştırmalı eğitim incelemesi, birçok ülkenin kapsayıcı eğitim sistemini engelli bireyler üzerine odakladığını, bazı ülkelerin ise daha geniş bir şekilde marjinalleşmiş ve savunmasız grupları (örneğin yerli azınlıklar gibi) hedef aldığını ortaya koymaktadır. Diğer ülkeler ise, daha çok kategorik olmayan yaklaşımları benimsemekte ve kapsayıcı eğitimin temel varsayımını, grup ilişkileri düşünülmeden öğrencilerin heterojenliğine dayandırmaktadır.

Ülkelerin birbirlerinin modellerinden ne öğrenebileceğine dair soruya gelirsek, bu sorunun cevabı, uluslararası ve karşılaştırmalı kapsayıcı eğitimde hangi ülkelere odaklanıldığına bağlı olarak değişmektedir. Norveç örneğini ele alacak olursak “tilpasset opplæring” (uyarlanmış eğitim) adı verilen bir yaklaşım bulunmaktadır. Tam olarak çevrilmesi zor olmasına karşın, bu yaklaşım öğretim yöntemlerini öğrencilere uyumlu hale getirmeyi ve okulları öğrencilerin ihtiyaçlarına göre düzenlemeyi savunur. Bu yaklaşım öğrencilerden okullara uyarlanmalarını beklemek yerine, okulların öğretim tarzlarını ve ortamlarını öğrencilerin ihtiyaçlarına göre şekillendirmesini öngörür. Normatif olarak söylersek, dünya genelinde kapsayıcı eğitimin daha ileriye taşınabilmesi için daha fazla ülkenin eğitim sistemlerini bu yönde uyarlamaları faydalı olacaktır.

Dr. Oğuz Öztosun: Uluslararası ve karşılaştırmalı kapsayıcı eğitim konusundaki ana teorik bakış açılarını bizimle paylaşır mısınız? Bu teoriler, okullarda nasıl uygulanmaktadır.

Dr. Florian Kiuppis: Kendi yaklaşımımdan bahsetmem gerekirse, bilgi sosyolojisi ve organizasyonlar sosyolojisi yaklaşımlarıyla çalıştım. Ayrıca Goffman’ın damgalama (stigma) kavramı ve Alman sosyolog Stefan Hirschauer tarafından son yıllarda geliştirilen “İnsan Farklılaşması” adlı bir araştırma programı üzerinde de durdum. Şu anda daha çok ilgilendiğim teorik perspektifinse neo-fenomenoloji olduğunu söyleyebilirim. Gelecek yıl yazmayı planladığım Kapsayıcı Eğitimin Atmosferleri başlıklı kitabımda, kapsayıcı eğitimde duygular ve bedene dayalı deneyimler üzerine odaklanan bir yaklaşım getirmeyi amaçlıyorum.

Kapsayıcı eğitime yönelik farklı yaklaşımlar hakkındaki sorunuza tekrar dönecek olursak, bahsettiğim atmosferik perspektif, kapsayıcı eğitimi karşılaştırmalı bir şekilde analiz etmenin başka bir yoludur diyebiliriz. Buna göre, bu yaklaşımın, kapsayıcı eğitimin yeni bir anlamı ve aynı zamanda yeni bir araştırma alanı olarak ortaya çıktığını düşünüyorum. Alman filozof Gernot Böhme’nin “yeni estetik” kavramıyla ilişkilendirerek, bu teorik çerçeveyi pedagojik pratiğe nasıl uygulayabileceğimizi inceleyeceğim. Kısacası kitabımda, kapsayıcı eğitim atmosferlerinin hem üreticilerini hem de alıcılarını ele alacağım.

Dr. Oğuz Öztosun: Baskin Kapsayıcı Basketbol kavramını açıklayabilir misiniz ve bu kapsayıcı yaklaşımı sporda benimsemeye neyin ilham verdiğini anlatabilir misiniz?

Dr. Florian Kiuppis: Baskin, yaklaşık 20 yıl önce İtalya’da geliştirilen hem kapsayıcı hem de rekabetçi bir takım sporudur. Engelli kız çocuklarına sahip iki baba tarafından oluşturulan bu sporun kuralları herkesin katılımını sağlayacak şekilde uyarlanmış bir fiziksel aktivite fikrinden ilham almıştır. Baskin, basketbolun evrensel tasarıma sahip bir varyasyonu olup, oyun alanı, ekipman, kurallar ve oyuncu rolleri açısından bazı özel düzenlemeler içerir.

Baskin’in temel amacı, oyuna katılmak isteyen herkesin birlikte oynayabileceği bir ortam yaratmaktır. Oyuncular, formalarındaki 1’den 5’e kadar numaralara göre beş farklı kategoriye ayrılır. Oyunun temel kuralı ise, yüksek numaralı oyuncuların düşük numaralı oyunculara hücum veya savunma yapamamasıdır.

Oyun, standart bir basketbol sahasında oynanmasına karşın, sahada her iki yan çizgide bulunan iki ek potayla birlikte toplam altı pota kullanılır. Ek potalarda yalnızca 1, 2 ve 3 numaralı oyuncular sayı yapabilir. Baskin’in tüm ayrıntılarını şu anda anlatmamız mümkün olmayabilir, çünkü bu spor, satranç gibi kısa sürede açıklanabilecek kadar basit değildir. Ancak, Baskin hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenlere çevrimiçi ortamlarda bulabilecekleri tanıtım videolarını izlemelerini tavsiye ederim.

Dr. Oğuz Öztosun: Baskin gibi kapsayıcı sporların engelli ve engelsiz katılımcılara sağladığı faydaların neler olduğunu düşünüyorsunuz?

Dr. Florian Kiuppis: Lütfen yanlış anlamayın. Sorularınızı, özellikle de bu soruyu, gerçekten çok beğendim. Ancak Baskin’in en benzersiz faydasının, takımı “engelli” ve “engelsiz” oyuncular olarak sınıflandırma gerekliliğini ortadan kaldırması olduğunu düşünüyorum. Bunun yerine, Baskin oynamak isteyen kişiler performans seviyelerine göre beş farklı kategoriye ayrılıyor. Elbette engelsiz oyuncuların genellikle daha yüksek numaralarla oynaması beklenebilir, ancak bu ayrım her zaman belirleyici olmak zorunda değil.

Sorunuza bir başka perspektiften de yanıt vermek isterim. Bahsedeceğim perspektif birkaç yıl önce Lüksemburg’da düzenlenen uluslararası bir Baskin turnuvasında yaşadığım bir konuşmaya dayanıyor. O dönem Almanya’daki ilk Baskin takımım, İtalya, Fransa, İspanya/Katalonya, Yunanistan ve Lüksemburg takımlarına karşı mücadele ediyordu. Takımımdaki yetişkin bir oyuncunun babası yanıma geldi ve şunları söyledi:

“Oğluma 40 yılı aşkın süredir destek oluyorum çünkü, trizomi 21 nedeniyle, sürekli olarak yardıma ihtiyaç duyuyor. Ancak burada, Baskin etkinliğinde, hayatımda ilk kez şunu fark ettim. İnsanlar burada bizim burada olmamız nedeniyle bulunmuyorlar. Hiç kimse, oğlum veya benimle burada olmak için ücret almıyor. Bunun yerine, hepimiz, burada bulunmayı gerçekten isteyen insanların bir araya geldiği bir sosyal hareketin parçasıyız. Her birimizin buraya gelmek için kişisel bir motivasyonu var, ancak burada bir hiyerarşi, profesyonel bir neden ya da engelli ve engelsiz kişiler arasında keskin bir ayrım yok.”

Kapsayıcı sporların faydalarına dair farkındalığım açısından, bu konuşma, Baskin hareketiyle geçirdiğim yaklaşık 10 yıllık deneyimim boyunca yaşadığım en unutulmaz ve anlamlı anlardan biri oldu.

Dr. Oğuz Öztosun: Baskin gibi kapsayıcı spor girişimleri eğitim ortamlarına nasıl entegre edilerek öğrenciler arasında kapsayıcılığı ve anlayışı teşvik edebilir?

Dr. Florian Kiuppis: Bu da gerçekten güzel bir soru. Almanya’da ortaokul öğrencileri ve beden eğitimi öğrencileriyle çalışmakla birlikte Bolivya, Fransa, İsveç ve İsviçre gibi ülkelerde üniversitelerde misafir eğitmen olarak görev aldım. Baskin’i daha önce hiç deneyimlememiş bir grup çocuk, genç ya da yetişkinle karşılaştığımda, oyunun temel kurallarını anlamaları ve oynamaya başlamaları genellikle sadece birkaç saat sürüyordu.

Eğer grup, engellilik ve engellilik modelleri hakkında sınırlı bilgiye ve deneyime sahipse, Baskin ile ilişkilendirilen sosyal-ilişkisel modelleri ve kapsayıcılık konusundaki teorik çerçeveleri tanıtmak biraz daha fazla zaman alabilir. Ancak şimdiye kadar benim için en etkili yöntem, teorik bilgiyi pratik oyun süresiyle birleştirmek oldu. Bu yaklaşım hem okullardaki spor derslerinde hem de üniversite düzeyinde öğretim için oldukça uygun.

Başlangıçta, oyunu sık sık durdurup, eğitmen ve hakem olarak aldığım kararları açıklıyorum. Bu, katılımcıların oyunun hem teorik hem de teknik yönlerini daha iyi kavramalarını sağlıyor. Baskin’e yeni başlayanlar için, teorik, teknik ve taktiksel temelleri öğrenmelerine yardımcı olabilecek bir başka etkili yöntemin Baskin Eğitim Konferansları olduğunu söyleyebilirim. Bu tür etkinlikleri Almanya’da iki kez organize ettim ve özellikle başlangıç seviyesindeki katılımcılar için oldukça başarılı sonuçlar elde ettim.

Dr. Oğuz Öztosun: Kapsayıcı eğitimi küresel ölçekte incelediğinizde, eğitim sistemlerinde erişilebilirlik ve kapsayıcılığı geliştirmek için atılması gereken bir sonraki büyük adımlar veya eğilimler nelerdir?

Dr. Florian Kiuppis: Analitik bir bakış açısıyla, kelimelerin anlamlarının değişmesi muhtemel ve bu değişimle birlikte, özel gereksinim eğitimi, kapsayıcı eğitim ve herkes için eğitim gibi merkezi kavramların da anlamlarının farklılaşacağını düşünüyorum. Kapsayıcı eğitimin uzun süredir eleştirilen bir kavram olduğu söylenebilir. 20 yıl önce, International Journal of Inclusive Education dergisinin editörü, dünya çapında kapsayıcı okullarda iyileşme çabalarının zamanın gerisinde kaldığını belirtmişti. Bu şekilde bakıldığında, kapsayıcı eğitim teriminin uzun bir yol kat ettiği, bir anlamda yorgun düştüğü ve hatta sirkadiyen ritminin bozulduğu söylenebilir. Daha önce de ifade ettiğim gibi kapsayıcı eğitim, engelliliğin anlamındaki değişimle paralel olarak, bazı bağlamlarda her şeyi ifade ederken, bazı bağlamlardaysa hiçbir şey ifade etmeyebiliyor. Mel Ainscow gibi akademisyenler, eşitlik ve adalet gibi kavramları kullanmayı tercih ediyor. Ancak küresel düzeyde kapsayıcı eğitim hakkında sadece teorik tartışmalardan öte, küresel krizlerin eğitim sistemlerinde erişilebilirlik ve kapsayıcılık üzerinde doğrudan etkisi olacağını düşünüyorum. Burada politikaya girmeyi istememekle birlikte, savaşlar ve yoksulluğun, kapsayıcı eğitimin daha da ilerlemesi için engel teşkil ettiğini görmenin hiç de zor olmadığını söyleyebilirim. Pandemi sırasında yaşadığımız gibi, kapsayıcı eğitim sistemine sahip ülkelerde bile dışlamaya doğru bir geri dönüş eğilimi gözlemlenebiliyor. Son birkaç yıldır, Universitetet I Bergen (Bergen Üniversitesi)’nden iki Norveçli meslektaşımla birlikte, “Küresel Tehditler Karşısında Eğitim Liderliği” başlıklı bir doktora kursu düzenliyoruz. Bu kursta, küresel ölçekte kapsayıcı eğitimi ele alırken, eğitim sistemlerinde erişilebilirlik ve kapsayıcılığın azaldığına dair önemli eğilimler gözlemledik.

Ancak başta da söylediğim gibi, burada sizinle üç gün boyunca beraber olmak disiplinlerarası alışveriş açısından son derece verimliydi. Yeditepe Üniversitesi’nde sadece disiplinlerarası çalışmanın değil, aynı zamanda öğretim ve araştırmada uluslararası, karşılaştırmalı ve kültürlerarası bakış açılarını meslektaşlarımla paylaşmanın da oldukça ilham verici olduğunu düşündüm. Burada İstanbul’da beni ağırladığınız için tekrar teşekkür ederim.

 

 

 

 

paylaş