• Turkish
  • English

Rusya'nın en eski ve en saygın edebiyat yayını olan Literaturaya Gazeta'da Bölüm Başkanımız Dr. Öğr. Ü. Hülya Arslan ve İspanyol çevirmen Prof. Rafael Guzmán Tirado ile yazar Arina Obuh'un yaptığı söyleşi yayınlandı. Söyleşinin orijinal metnine buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. 

 

Söyleşinin Türkçe çevirisi:

LİTERATURNAYA GAZETA

RUSYA'YA AÇILAN PENCERE

Rusist Çevirmenler ve Dünyayı Birleştiren Rus Edebiyatı

Arina Obuh, 27 Ekim 2023

Bu sonbahar, On beşincisi toplanan Uluslararası Rus Dili ve Edebiyatı Eğitimcileri Birliği (МАПРЯЛ) kongresine altmış üç ülkeden uzman davet edildi. St. Petersburg’da düzenlenen kongrenin programı oldukça yoğun olsa da edebiyat camiasında çok iyi tanınan iki uzmanla sohbet etme fırsatı elde edebildim. Konuklarımdan ilki, Türk çevirmen ve Yeditepe Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Hülya Arslan, diğer ise İspanyol çevirmen, Granada Üniversitesi Yunan ve Slav Filolojisi Bölümü Profesörü ve Uluslararası Rus Dili ve Edebiyatı Eğitimcileri Birliği'nin Başkanlık Kurulu üyesi Rafael Guzmán Tirado’ydu.

Petersburg’u gezdiğimiz sırada yolumuz St. Petersburg’un Sanat Meydanı’na düştüğünde, Hülya Arslan heykeltıraş Anikuşin’in çalışması Puşkin’e bakıp Hülya Arslan "Canım,” deyince bunun ne demek olduğunu sormuştum. “Душа моя” diye tercüme etmişti.

- Hülya, Türkiye’de Puşkin’e senin gibi "canım" diye hitap edebilen çok kişi var mıdır?

- Rus klasikleri, benim kuşağımdaki Türk yazar ve çevirmenlerin ilham kaynağı olmuştur. Örneğin Orhan Pamuk, Nobel Ödül töreninde hem Tolstoy’u hem de Dostoyevski’yi okuduğunu dile getirmiştir. Bu etkileşimi çok boyutlu incelemek mümkün. Hatta Türk edebiyatında kısa öyküsünün de Çehov’un öykülerinden çıktığını söylemek mümkündür.

- O halde “Hepimiz Gogol'un ‘Palto’ sundan çıktık" diyebilir miyiz?

- Elbette. Öğrencilerimin, geleceğin çevirmenlerinin, kültürlerimizin ortak özellikleri olduğunu bilmelerini isterim. Dahası, çevirisi yapılan yazarın hayatını anlamak da oldukça önemli. Ben buna “pencere” diyorum. Zira her yazar hayata yeni bir pencere açar ve bu çok değerlidir.

- Rafael, peki ya siz kendi pencerenizi Rusya’ya nasıl açtınız?

- Ailem Sovyetler Birliği’ni görmeyi çok istiyordu, ben de ilk maaşımla onlara bir gezi ayarladım. 1979 yılının Nisan ayında ilk önce Moskova’ya, ardından Leningrad’a geldik ve orada Pribaltiyskaya Oteli’nde kaldık. Bu arada, şu anki kongrenin katılımcıları da aynı otelde konaklıyorlar, o nedenle bu otele karşı özel bir his duyuyorum.

Aslında Rusya’yı daha buraya gelmeden seviyordum. Her şey dil ile başladı. Don Kişot’un memleketi olan La Mançe’de İngilizce ve Fransızca dersler veriyor, bir yandan da kendi çabamla Rusça öğrenmeye çalışıyordum. Bir gün Moskova Devlet Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimine başlamam için burs aldım. Elbette Moskova’da üniversitede neredeyse hiç Rusça konuşamayan ancak Rusça tez yazmak isteyen bir İspanyol görmek oldukça şaşırtıcıydı. İlk yıl çok zor geçti. Tez danışmanım çok iyi bir uzman olan genç bir hanımdı ve benim için çok da kolay olmayacağını anlamıştı. Ancak bölüm başkanı olan Profesör Klavdiya Vasilyevna Gorşkova, “Onu bir Rusist yapın” şeklinde talepte bulundu. Bu da böyle güzel bir anımdır.

Sonra memlekete döndüm ve 1991 yılında benim üniversitem Slav Çalışmaları bölümü açmaya karar verdi ve bu iş bana teslim edildi. Farklı bir hayat başladı.

 

- Hülya, sizin Rusya ile olan ilişkinizde de böyle ilginç birçok nüans olmalı ne dersiniz?

- Kökleri 1987’ye kadar uzanıyor. Çok iyi bir üniversitede psikoloji okuyordum ve ikinci sınıfta, ders programında “Yaratıcı beyinler ve Kahramanları” adlı bir konu vardı. Sınıf arkadaşım Dostoyevski ve Raskolnikov hakkında yazmıştı. O zaman keşke eserleri Rusça okuyabilseydi daha iyi anlayabilirdi ve o zaman çalışması daha başarılı olurdu, diye düşündüm. O an Dostoyevski’yi orijinalinden okumak istedim, bunun için üniversite sınavına tekrar girdim ve Rus dili bölümüne geçtim.

Rafael, ailesinin 1970’li yıllarda SSCB’ye gitmek istediğini söylüyor. Oysa  biz bunu hayal bile edemezdik. O dönemler, ülkemizde Sovyetler Birliği’ne çok sıcak bakılmıyordu. Benim kuşağım, ailemin diğer fertleri hepimiz kendimizi “solcu” olarak görmemize ve sosyalizm hayalleri kurmamıza rağmen ülkeniz hakkında pek bir şey bilmiyorduk. Sadece çok uzakta olduğunu ve oraya asla gidemeyeceğimizi düşünüyorduk.

Üniversitede hocalarımız da SSCB’ye gitmemişti. Rusça öğrenme sürecinde, Bulgaristanlı bir Türk olan hocamla “J” harfinin telaffuzu konusunda karşılıklı işkence çektiğimizi hep hatırlarım. Bir türlü istediği sesi çıkaramıyordum. Düşünsenize, ikimizde dudaklarımızı büzüp “J” harfi çalışıyorduk. Bu harften nefret ediyordum.

Genel olarak okumak çok zordu, çünkü öğretmenlerin büyük çoğunluğu SSCB’ye mesafeliydiler, profesörler eğitimlerini Amerika’da almıştı, ancak neyse ki Rus edebiyatı hepimizi birleştiriyordu. Sonra perestroyka ve glasnost başladı. Ta 1921 yılında Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında dostluk ve kardeşlik çerçevesinde  “Moskova Antlaşması” imzalanmıştı ama eğitim alanında bir gelişme olmamıştı. Bu anlaşma çerçevesinde, 1988 yılında Moskova’ya, Puşkin Rus Dili Enstitüsü’ne staj için gönderilen ilk öğrencilerden biriydim. Bu, bugüne kadar devam eden Rusya yolculuğumun da başlangıcıydı.

- Şu anki Petersburg sizi nasıl karşıladı?

R.T.: Şöyle ki, erkek kardeşim ve ben belirlenen saatten önce St. Petersburg’daydık. Bir taksiye bindik ve şoför tüm yolculuğu bize Dağıstan’ı anlatarak geçirdi! Hatta bize telefonundan memleketinin dağları ve şelalelerini gösteren bir film bile isletti. Aynı zamanda geçmekte olduğumuz yerler hakkında bizi bilgilendirmek için zamanı oldu. Oldukça sıra dışı bir Petersburg-Dağıstan gezisi oldu, aşırı keyif aldım. Otele vardığımızda ise farklı ülkelerden gelen meslektaşlarımızla tanıştık. Bu kongre tam manasıyla kaderin bir armağanıdır. Bunun için Uluslararası Rus Dili ve Edebiyatı Eğitmenleri Birliği (МАПРЯЛ) ve Rus Dünyası Vakfına teşekkürlerimi sunuyorum. Bu arada 2015 yılında Granada’ da buna benzer bir kongre organizasyonunu gerçekleştirmiş olmak benim için bir şereftir.

- Hülya, St. Petersburg’da, çevirmiş olduğunuz Dostoyevski kitabıyla birlikte dolaştığınız doğru mu?

- Evet, Kitabımla birlikte Raskolnikov’un bütün rotasını dolaştım. Tefeci kocakarının yaşadığı binaya girdiğimde merdivenlerde oturdum, kendimi tutamadım ve ağladım.

- Peki modern edebiyat yazarlarından da aynı duyguları uyandıranlar var mı?

- Yevgeni Vodolazkin’in yazım tarzını seviyorum. Harika bir yazar. Benim için sadece olay örgüsü değil, kelimeler, tonlama, üslup da önemli. Mesela öğrencilerimle birlikte sizin, “Taşınabilirlik ve Taşınamazlık” adlı öykünüzü çeviriyorduk. Kısa ama bir o kadar, kelime ve anlam oyunlarını anlayabilmek ve koruyabilmek açısından zor bir çeviriydi.

- Hayat insanları ayrıştırır ama çevirmenler onları birleştirir. Bunun için teşekkür ederim. Rafael, Hülya’da her şey Dostoyevski ile başladı. Peki ya sizin edebi çeviri hayatınızın başlangıcı hangi kitapla oldu?

- 1980’lerin ikinci yarısında SSCB’de daha öncesinde yasaklı olan yazarlar yayımlanmaya başladı. Moskova Devlet Üniversitesi’nin yurduna bavullar dolusu kitaplarla geliyorlardı ve bir gün Averçenko’nun kısa öykülerinden oluşan bir kitaba denk geldim. Bu kitaba hayran kaldım. O andan itibaren bir gün bu yazarı çevireceğim düşüncesiyle yaşamaya başladım. Akademik kariyerim her yanımı kaplamış vaziyetteyken on beş yıl boyunca o kitap raftan bana baktı ve sonunda bir gün Averçenko’ya da sıra geldi. Daha sonra Zoşenko dönemi geldi. İlf ve Petrov’a da bayılırdım ama ne yazık ki onlar çoktan çevrilmişti. O kadar alt metin ve ayrıntılarla bir çevirmenin işinin hiç de kolay olmadığını tahmin edebiliyorum. 

Daha önce de bahsettiğim Yevgeni Vodolazkin ile sekiz yıl önce tanıştım. Onun “Defne” si gönlümü fethetti. Muhtemelen içimde hep bir yazar olma arzusu vardı ama bu iş için yeteneğim yoktu. Oysa bir edebi çeviri yaptığımda kendimi onun bir parçası gibi hissediyor, sanki ben de bir şeyler yaratıyormuşum gibi geliyor. Edebiyata girmek sonsuzlukla eşdeğerdir.

Kendimi mutlu hissediyorum. Birbirini tamamlayan iki hayatı yaşamayı başardım. Kültürümü ve dilimi çok seviyorum, tıpkı Rus Dili ve Kültürü gibi sevdiğim Rus Edebiyatında da İspanyol motiflerini görmekten çok memnunum. Böyle bir kader için Tanrı'ya şükrediyorum.

“Edebiyat Gazetesi”- Dosya

Petersburg’da Uluslararası Rus Dili ve Edebiyatı Eğitmenleri Birliği Dünya Kongresi ikinci kez düzenlendi. İlk forum tam 20 yıl önce Kuzey Başkentinde düzenlenmişti. Bu yıl ki kongreye 63 ülkeden filologlar, öğretmenler, edebiyatçılar, çevirmenler, Rus dili enstitüleri ve bölüm başkanları, Ermenistan, Bulgaristan, İngiltere, Macaristan, Vietnam, Hindistan, Çin, Moğolistan, Sırbistan ve diğer ülkelerden Rus bilim insanlarının ulusal derneklerinin temsilcileri katıldı. Kongrenin on üç tematik alanı çerçevesinde dört yüzden fazla bilimsel rapor ve Rus dili öğretiminin en can alıcı sorunları üzerine tartışmalar gerçekleştirildi.

paylaş